30 May
30May

Sırbistan Seferleri

Birinci Sırbistan Seferi

Fatih Sultan Mehmed; 1451’de Karaman Beyi ile çıkan sorunlar ve İstanbul’u Fethi nedeniyle Moravya Vadisi’ndeki Krusevaç ve Leskovaç şehirlerini Sırbistan Kralı Đurađ Branković’e bırakmıştı. Karaman sorunu çözülüp, İstanbul’un da fetih edilmesinden sonra Branković, birkaç yıl önce aldığı yerleri geri vermek zorunda kaldı. Osmanlı ile arasını iyi tutmaya çalışan Branković, bir taraftan da olası bir haçlı birliği için girişimlerde bulunuyor ve Macarlarla da ittifak yapıyordu. Sultan Mehmed, babası II. Murad Han zamanında yapılan Segedin Antlaşması ile Sırplara bırakılan kaleleri de geri istiyor ve şu mesajı gönderiyordu:

 “Hüküm sürdüğün memleket sana ait değildir. Lazar’ın oğlu Etienne’indir ve Lazar’ın kızı üvey validemin haklarından dolayı bana verilmelidir. Babanın topraklarını sana bırakabilirim. Reddedersen üzerine yürürüm.” 

Büyük Türk’ün istediği topraklar Morava, Belgrad ve Belgrad’a yakın olan Smederevo ve Golubac vadisini kapsıyordu. Sırp Kralının bu talebi reddetmesi üzerine 1454 yılının ilkbaharında Sırbistan üzerine sefere çıkıldı. Sefer haberini alan Branković başkent Semendire’yi güçlendirip hazinelerini de Ostroviç (Sivricehisar) kalesine bırakarak Macaristan’a kaçtı. Türk Ordusu’nun kuvvetleri Semendire ve Ostroviç’i kuşattı. Semendire kuşatmaya dayanırken, Ostroviç teslim olarak kaleyi Osmanlı kuvvetlerine bıraktı. Olası bir Macar tehdidinden dolayı Semendire için ısrarcı olunmayarak Edirne’ye dönüldü ve Birinci Sırbistan Seferi böylece sonuçlanmış oldu.

İkinci Sırbistan Seferi

Sırp Kralı’nın yardım isteğine cevap veren Macar Kralı Hunyadi Yanoş, Macar kuvvetleri ile saldırıya geçti; Türk kuvvetlerine ağır kayıplar verdirerek Niş ve Vidin arasındaki bölgeyi de tahrip etti. Bu haber üzerine Fatih Sultan Mehmed bizzat ordunun başında İkinci Sırbistan Seferine çıktı. Türk Ordusu, Makedonya ve Sırbistan arasında önemli bir güzergâh olan Vıçıtırın, Trepca ve Nobırda’ya yöneldi. Burada yer alan sekiz adet zengin gümüş madeni ele geçirildi. Bu durum karşısında Sırp Kral Branković, Sultan Mehmed’den barış istemek zorunda kaldı. Sultan Mehmed amacına ulaşmış, stratejik önemi olan zengin bir bölgeyi topraklarına katmış ve Sırplarla Macarların arasını açmıştı. Bu durum Sırpların Ortodoks, Macarların ise Katolik olması işini epeyce kolaylaştırmıştı.

Sırada Belgrad vardı. Belgrad gibi önemli bir merkez ele geçirilmediği takdirde Sırbistan’a tam olarak hakim olmak mümkün değildi. Belgrad, II. Murad zamanında kuşatılmış ancak Hunyadi Yanoş komutasındaki Macar Ordusu’nun saldırısıyla başarıya ulaşamamıştı. Bu gibi tehditlerin bir daha yaşanmaması için Sultan Mehmed, Edirne’de kışı hazırlıklar içinde geçirdi. İlkbaharda ordusunun başına geçen Büyük Türk; o güne kadar görülmemiş, dokuz metreden fazla uzunluğa sahip olan yirmi topu ve güçlü topçu ordusuyla Edirne’den hareket etti. Donanma ise Tuna üzerinden hareket edip Vidin’de demirlemiş, Tuna ve Sava ırmaklarını keserek olası bir yardımı engellemek için hazır durumda beklemekteydi. Orta Avrupa’nın anahtarı durumdaki bu güçlü kaleyi ele geçirmekteki amaç yalnızca kuzey sınırlarını güvence altına almak değil, aynı zamanda savaşı Macar topraklarına taşıyarak her fırsatta bir Haçlı birliği kurmaya çalışan ve Osmanlı’nın sınırlarını tehdit eden Macarlara hadlerini bildirmekti. Belgrad alındığı vakit ise Buda kentinin ve Macaristan’ın yolu Osmanlı’ya açılmış olacaktı.

Belgrad kalesi “alınamaz” diye ün yapmıştı. Büyük Türk’ün yaklaştığı haberi üzerine Tuna prensleri ortalıkta görünmemek için şatolarına kapandılar. Kral Hunyadi Yanoş, av partisini bahane ederek aceleyle Buda’dan ayrıldı ve tehlike geçene kadar geri dönmedi. Kralın elçisi Kardinal Juan Carvajal, Papa III. Callixtus’a şöyle yazıyordu.

“Tek umudumuz, Tanrı’nın siz Papa Hazretlerinin duasını duyması ve prensleri ve donanmalarını göndermeye razı etmesidir. Tehlike çok büyüktür ve an meselesidir.” 

Bu mesajdan birkaç ay önce Papa’nın çağrısıyla haçlı seferi düzenlemek amacıyla toplanılmış ve Belgrad’ın savunması Hunyadi Yanoş ve Jean de Capristran’a verilmişti. Sultan II. Mehmed, Belgrad’ı on gün içinde alarak iki ay sonra, yani Ramazan’da Buda’da olmak istiyordu. İstanbul Fatihi için bu kaleyi ele geçirmek çocuk oyuncağıydı. 10 Temmuz günü topçu atışıyla kuşatma başlatıldı ve zaman ilerledikçe kale surlarında büyük gedikler açılmaya başladı. Açılan gediklerden Türk Ordusu şehre girmeye başladı. Hunyadi Yanoş ve emrindeki ordu denizden gelip, Türk Donanmasındaki üç gemiyi de batırarak şehre girdiler ve tüm kapıları kapattılar. Fatih bu duruma çok sinirlenerek tekrar top atışı emrini verdi ve uzun süre kale top atışı ile yıldırılmaya çalışıldı. Açılan gediklerden şehre giren Türk kuvvetleri şehir içinde adım adım savaştılar. Tüm bu çabalara rağmen kale alınamadı. Bu sırada Jean Capristran, yanına aldığı kuvvetlerle hükümdar otağını bastı. Macar Ordusu ise geri çekilmekte olan Türk Ordusu üzerine hücuma kalktı.

Sadrazamların Sultan’a geri çekilmeyi teklif ettikleri sırada Sultan Mehmed, kılıcını eline alarak üzerine gelen üç kişiyi yere serdi ve karşı hücuma kalktı. Bu hareket dağılmış olan orduyu toparladı ve olası bir bozgunu engelledi. Sultan Fatih bu çarpışma sırasında alnından ve baldırından yaralandı. Bu durum sıradan bir hükümdar için korkunç bir yenilgi sayılacak olsa da Büyük Türk için sadece kötü bir tecrübeden ibaretti. Çünkü kaybettiği orduyu tekrar toplamak ve eksiklerini gidermek için ona birkaç ay yetecekti. Osmanlı’nın insan kaynağı ve ekonomik gücü bunun en bariz göstergesi idi. Fatih Sultan Mehmed yeni hazırlıklar yapılırken, bozulan imajını düzeltmek için oğulları Beyazıd ve Mustafa için görkemli bir sünnet düğünü düzenledi. Büyük Türk, yeni fetihler için sadece biraz zaman kazanıyor ve bunu en iyi olarak üzerine gideceği Batı dünyası biliyordu.

Üçüncü Sırbistan Seferi

Avrupa, İstanbul’u kaybetmenin şaşkınlığını yaşamaya devam ediyordu. Papazlar, Hristiyanlığı tehdit eden Büyük Türk’ün aleyhine vaazlar veriyor ve yeni bir haçlı birliğinin oluşması için çağrıda bulunuyorlardı. 26 Eylül 1459’da yeni Papa II. Pius önderliğinde bir kongre toplandı. Lakin Avrupalı devletlerin içinde bulundukları sorunlar nedeniyle bir türlü istenilen birleşim sağlanamadı. Fransa ve Polonya kralları tehlikenin kendilerinden uzak olduğunu bildiklerinden dolayı birliğe yanaşmadılar. Venedik, Doğu ile olan ticaretinin bozulmasını istemediği için birliğe mesafeli duruyordu. Tehdidi yakınında hisseden Mora, Bosna, Ragus, Kıbrıs, Rodos ve Arnavutluk gibi yerler ise bir an önce birleşmenin sağlaması yoksa “Asya Ejderi” lakabıyla anılan Fatih Sultan Mehmed’in her şeyi yok edeceğini söylüyorlardı. Fatih, tüm bu gelişmeleri yakından takip ediyor; gerek diplomatik, gerekse siyasi atak ve manevralarıyla olası bir birliğin önüne geçmeye çalışıyordu.

1458’de Yeni Sırp Kralı Lazar öldü ve yerini karısı Elen ile küçük yaştaki kızı aldı. Elen, Sırbistan’ın elinden alınması ihtimaline karşı Sırbistan’ı Papa’ya verdi ve kızını da Bosna kralının oğlu ile nikâhladı. Elen’in böyle davranmasındaki en büyük neden, II. Murad’ın eşi olan Mara (Meryem Sultan) Hatun’un tahtta hakkının olmasıydı. Fatih’in bu hakkı koruyacağını herkes çok iyi biliyordu. Böylece Sırbistan sorunu tekrar gündeme gelmiş oldu ve Sırplar çözüm için ikiye bölündüler. Büyük bir grup derebeyi Osmanlı’dan yanaydı. Bu grubun en önemli kişisi, Osmanlı sadrazamı Mahmut Paşa’nın yakın akrabası Michael Angelovic’ti. Michael, aynı zamanda kral naibiydi ve ülkesi üzerine yürürlerse hiçbir direnişle karşılaşmayacaklarını Sultan Mehmed’e bildirdi.

Mora’ya sefere çıkan Sultan, az sayıda kuvvete Mahmut Paşa’yı Sırbistan’a gönderdi. Bu yaşananlar esnasında Macar yanlısı grup iktidarı ele geçirerek Michael’ı tutukladı. Mahmut Paşa komutasındaki kuvvetler Macar yanlıları ile anlaşamadı ancak Avala, Ostroviç, Rudnik ve bölgedeki gümüş madenleri ele geçirildi. 1459 yılında Fatih Sultan Mehmed, Sırbistan üzerine yürüdü. Birkaç hafta içinde Sırpların savunmasız bıraktığı Semendire’yı teslim aldı. Sırbistan, böylece Osmanlı eyaleti oldu ve bu konumunu dört yüz yıldan fazla bir süre korudu.

MORA SEFERLERİ

Hristiyanların Belgrad’daki zaferi bütün Avrupa’da büyük yankılar uyandırdı. Papa, Belgrad Savunması’ndan dolayı Hunyadi Yanoş’a “son üç yüz yılın en büyük adamı” unvanını verdi. Jean Capistran ise ermiş ilan edildi. Bu sevinç ve coşkuyla Papa III. Calixte, Floransa Başpiskoposuna “Yalnız İstanbul’un geri alınacağını değil, bütün Avrupa, Asya ve kutsal toprakların kurtarılacağını yürekten umuyorum.” diye yazmıştı. Papa’nın yazdığı mektuplara İmparator III. Frederik, Fransa Kralı VII. Charles, Napoli Kralı Alphonse ve İtalya Prensleri kaçamak cevaplar verdiler; hatta bazıları cevap dahi vermediler.

İstanbul’un Fethi’nden önce Sultan Mehmed (1452 sonunda), Despot Thomas ve Dimitrios’un kardeşleri İmparator Konstantin’e yardım etmelerini engellemek için Mora’ya kuvvet göndermişti. Her ikisi de vergi ödemeyi kabul edip, Sultan Mehmed’i hükümdar olarak tanımayı kabul ettiler. II. Mehmed’in niyeti o an için bununla yetinmek ve Yunanistan’ı işgale girişmemekti. Lakin beklenmedik olaylar onu Peleponnes’e (Mora yarımadası) müdahale etmeye zorlayacaktı.

14.ve 15. yüzyıllarda çok sayıda Arnavut Mora yarımadasına yerleşmişti.

İstanbul’un Fethi üzerine Yunanlar arasındaki bozgun havasından yararlanan Arnavutlar, yarımadayı işgal etmeye kalkıştılar. Adada bulunan iki despottan biri Fatih’ten, diğeri ise Venediklilerden yardım istedi. Fatih’in gönderdiği kuvvetlerle isyan bastırıldı ancak Belgrad’taki Osmanlı mağlubiyeti sonucu cesaretlenen despotlar Sultan’a vergi ödememe kararı aldılar. Bunların yanında Papalık donanması Osmanlı’ya ait Semadirek ve Taşoz adalarını işgal etti ve Midilli’de Osmanlı donanmasını yenilgiye uğrattı. Bu haberler üzerine Mora despotları ve Avrupa, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünün başladığını düşünmeye başladılar. Sultan Mehmed, Belgrad Seferi sonrasında ordusunu yeniden toplayarak 1458’de Teselya’ya girdi ve Korint’i kuşattı. Sultan, kuşatma için ordunun bir bölümü bırakarak Peleponnes içlerine doğru ilerledi ve şehir ve kasabaları hiçbir güçlükle karşılaşmadan teslim aldı. Korint’in alınmasıyla Birinci Mora Seferi tamamlanmış ve yarımadanın üçte biri Osmanlı mülkü olmuştu. Mora ve Doğu Avrupa’nın güvenliğini sağlayan Sultan, Anadolu Beylikleri ve Uzun Hasan ile olan mücadelesinden dolayı yönünü bir süreliğine doğuya çevirmek zorunda kaldı.

Thomas Palaiologos, yeminle temin edilen barıştan üç ay sonra Mora’daki Arnavutlara güvenerek barışı bozdu; hem kardeşi Dimitrios hem de Osmanlılarla tekrar mücadele etmeye başladı. Dimitrios ve Thomas bir süre iç çatışma yaşadıktan sonra bu mücadelenin onlara bir yarar sağlamayacağını anlayıp ittifak oldular. Durumun ciddiyetini gören Sultan II. Mehmed, Zağanos Paşa’yı Mora’ya gönderdi. Bunun üzerine Thomas, Sultan’la anlaşmak istediğini bildiren bir elçi gönderdi. Akkoyunlu üzerine gitmek isteyen Fatih, bölgenin güvenliği için Thomas’ın teklifini kabul etti. Lakin Thomas’ın bir kez daha anlaşmaya uymaması üzerine bizzat ordunun başında Mora’ya hareket etti. Thomas üzerine gidilmeden önce Dimitrios üzerine gidildi ve Kasteriçe, Avarin, Arkadya’nın birer birer düştüğü haberini alan Thomas, İstefe şehrine sığındı ve sonrasında Mora’yı terk etti. Mora halkının bir kısmı İstanbul’a yerleştirildi ve yerine Türk göçmenler konuldu.

Eflâk Seferi

15. yüzyılın ortalarında Osmanlıların elinde Vladislav Eflâk Prensi bulunmaktaydı. 1456 yılında Vladislav’ın oğlu Vlad Çepeş yani Cani Vlad voyvoda oldu. Eflâk Prensi Vlad, Osmanlı sarayında yetişmiştir; ilk zamanlarda devlete sadık bir görüntü çizen Vlad yıllık vergisini de düzenli olarak ödemiştir. Fatih Sultan Mehmed’in Güney Karadeniz Seferi esnasında Macarlarla işbirliği yapan Vlad, Bulgaristan üzerine akınlar düzenlemiş ve birçok Türk-Müslüman yerleşim yerine zarar vermiştir. Daha önce yaptıklarına göz yumulsa da Macarlarla anlaşma yapması üzerine Eflâk’a sefer kararı alındı. Amaç Osmanlı sarayında bulunan Vlad’ın kardeşi Radu’yu yeni voyvoda olarak atamaktı. Bu sırada Niğbolu Beyi Hamza Bey’e Vlad’ı ne olursa olsun teslim alması emri gönderildi. Kazıklı Voyvoda kendisine yapılacakları haber alarak ani bir baskın ile Hamza Bey ve yanındakileri öldürdü; elde ettiği esirlerin bacak ve kollarını kestikten sonra kazıklara oturttu. Hamza Bey’in kellesini de Macar kralına yollayarak yardım istedi.

Son yaşananların bilgisi üzerine 1462 yılının bahar ayında sefer kararı alındı. Bu haber üzerine Eflâk prensleriyle sorunlar yaşayan Boğdan Prensi, Osmanlı’ya destek kuvvet göndereceğini bildirdi. Mahmut Paşa komutasındaki Türk Ordusu, Vlad’ın ordusuna rastlamayınca Eflâk içlerine kadar ilerleyerek şehir ve kasabaları almaya başladı. Vlad Çepeş bir gece ani bir baskınla Sultan’ı öldürmek için hareket geçti. Vlad yanındaki kuvvetlerle padişahın karargâhına girmek üzere hücum etti. Lakin saldırdığı karargâh Mahmut Paşa’nın çadırıydı. Ciddi kayıplar veren Vlad yanındaki az sayıda kuvvetle canını zor kurtardı. Macarlara sığınan Vlad’ı Macar kralı Matthias Corvinus, Osmanlı’yla gerginlik yaşamamak için hapsettirdi. Birçok kez Osmanlı egemenliğini Macarlara güvenerek kabul etmeyen Eflâk, 1462’de Radu’nun voyvoda olmasıyla bir Osmanlı eyaleti haline geldi.

Boğdan Seferi

İstanbul’u fethiyle Anadolu ve Balkanlarda hâkimiyet tesis edilmeye başlandığını ve Doğu Roma’nın mirasçısı rolüyle hareket edildiğini görüyoruz. Boğdan Prensliği de bundan dolayı 1455 yılında Osmanlıların hâkimiyetini tanıyarak vergi vermeyi kabul etmiştir. Böylece Osmanlı tarihinde Kara Boğdan diye adlandırılan Moldavya prensliği Osmanlı nüfuzu altına girmiştir. 1457’de Boğdan Prensi olan III. Ştefan, ilk zamanlarda Türk hâkimiyetini kabul ederek vergisini ödedi; ancak Osmanlı’nın; Napoli, Papa ve Venedik ile denizde, Arnavut ve Macarlarla ise karada giriştiği mücadeleler sırasında bağımsızlığını elde etmek için birçok girişimde bulundu. Boğdan Prensi Ştefan, Eflâk üzerine hareket ederek Eflâk voyvodasını kaçmak zorunda bırakmıştı. Osmanlı, bu olay karşısında Boğdan’dan tazminat istemiş, Leh Kralı ise olaya müdahele ederek tazminatı karşılamak için bir heyet göndermişti. Osmanlı, Leh Kralı’nın müdahalesini reddederek Rumeli Beylerbeyi Hadım Süleyman Paşa’yı Boğdan’a yollamıştır.

Hadım Süleyman Paşa bu seferden önce İşkodra üzerine gönderilmiş, bu yüzden yorgun ve gerekli teçhizattan yoksun bir şekilde Boğdan’a varmış ve mağlup olmuştur. Bu haber üzerine Papa, Boğdan Prensi’ne “İsa’nın pehlivanı” unvanını vermiştir. Bu mağlubiyeti haber alan Sultan Fatih bizzat ordunun başında geçerek sefere çıkmıştır. (1476) Sefere çıkan hükümdarı, Varna civarında Leh elçileri karşılamıştır. Sultan Mehmed’in üç şartı vardı:

1 – Vergi ödenmesi.
2 – Daha önceden Osmanlı’ya ait Cenevizli esirlerin iadesi.
3 – Kilya kalesinin teslimi.

Bu tekliflerin reddedilmesi üzerine ordu Tuna’yı geçti. Osmanlı’nın sınırı geçtiğini haberi üzerine Prens Stefan sarp dağlara çıkarak orman çevresini güçlendirdi. İki ordu tüm kuvvetleriyle savaşmaya başladıysa da Osmanlı kuvvetleri bir türlü üstünlüğü ele geçiremedi. Durumu gören Fatih Sultan Mehmed, Belgrad önlerinde olduğu gibi yine kılıcı ile ileriye doğru atıldı. Yeniçerilerin ve tımarlıların da üstün gayretiyle düşman ordusu bozularak savaşı kaybetti. İki ay kadar bir süre Boğdan topraklarında kalındıysa da Macar kuvvetlerinin toplandığı haberi üzerine ordu geri döndü.

Bileća Muharebesi, 1388.
Kaynak: ArtStation – Edin Durmisevic.

Bosna Seferi ve Bosna’nın İlhâkı

Bosna Krallığı, Osmanlı Devleti’ne her sene vergi vermeyi kabul etmişti fakat kral son seferinde vergiyi almak için gönderilen elçiyi geri göndermişti. Bu olaydan sonra; Osmanlı Devleti’nin Venediklilerle mücadelesinde çok önemli bir üs konumunda olan bu yerin fethedilmesi gerekliliğine karar verildi. Fatih Sultan Mehmed Birinci Bosna Seferi’ne çıkarak önce Üsküp, ardından da Vıçıtırın şehrine geldi. Bosna Kralı Stephen Tomašević, Jajce Kalesi’ne sığındı lakin Mahmut Paşa’nın üzerine geldiğini haber alınca Kiloç Kalesi’ne çekildi. Fatih Sultan Mehmed, Bosna Krallığının başkenti olan Jajce üzerine giderken Mahmut Paşa’da Kiloç’a vardı. Su ve yiyecek sıkıntısı başlamasıyla ve Mahmut Paşa’nın kendisine ve çocuklarına zarar gelmeyeceği teminatı üzerine Tomašević teslim oldu. (1463) Fatih Sultan Mehmed birçok Bosna şehrini ele geçirerek Jajce Kalesi’ne asker yerleştirdi ve Minnetoğlu Mehmed Bey’i Bosna Sancak Beyi tayin etti.

Bosna’nın Türklerin eline geçmesi; karada Osmanlı ile savaşan Macarları, denizde ise Venediklileri telaşa düşürdü. Bu sebepler doğrultusunda Macarlar ve Venedikliler, İskender Bey ile ittifak ederek Osmanlı üzerine sefere hazırlıkları başlattılar. Türk kuvvetleri Bosna’dan döndükten sonra ittifakta bulunan Venedikliler, Türkler’i Mora’dan; Macarlar ise 1463’ün Aralık ayında Bosna’dan atmak için saldırıya geçtiler. Kış mevsimi nedeniyle Osmanlı’nın gelemeyeceğini gören Macar kralı Osmanlı’ya ait bazı kaleleri aldığı gibi Bosna’nın başkenti Jajce ile Serebniçe ve İzvornik’i de kuşattı. Bu yaşananlar neticesinde kış ayları Osmanlı için hazırlık içinde geçti.

1464 İlkbaharında Sultan II. Mehmed bizzat ordunun başında İkinci Bosna Seferi’ne çıktı. Kuvvetleri Jajce üzerine giden Sultan Fatih, kaleyi düşüremedi. Macar Kralı Jajce Kuşatması’nı kaldırmak için İzvornik Kalesi’ni kuşattı fakat Osmanlı hükümdarı Jajce Kuşatması’nı kaldırmayarak ayrı bir birliği de İzvornik’e yolladı. Bu haber üzerine Macar Kralı kuşatmayı kaldırdı. Jajce Kalesi, Sultan II. Beyazıd’ın kızının oğlu Gazi Hüsrev Bey’in Bosna Sancak Beyliği zamanında (1528) fethedildi. Fatih Sultan Mehmed, Bosna’yı ele geçirdikten sonra aynı seferde Hersek Krallığı’na da girerek Hersek Kralı Stjepan Vukčić üzerine yürüdü. Bunu haber alan Stjepan Vukčić hemen Hersek’i terk etti. Osmanlı himayesini kabul etmesiyle beraber Hersek’in bir kısmı oğlu rehin alınarak ona bırakıldı. Önemli kaleler ilhak edilerek Osmanlı mülküne dâhil edildi.

Polog Muharebesi, 1453.

Arnavutluk Seferleri

Jan Kastriyota’nın oğullarından en küçüğü olan Jory ya da tanınan ismiyle İskender Bey, 18-19 yaşlarında Osmanlı sarayına alınmıştır. Burada iyi bir eğitim alan İskender Bey, Anadolu ve Rumeli seferlerine bizzat katılmış ve kendini göstermiştir. 1443 yılında babasının vefatı üzerine memleketi Kroya, Osmanlı Beylerbeyi Hamza Bey tarafından fetih edildi. 1443 yılında Hunyadi Yanoş ile yapılan Morava Savaşı sırasında elinde II. Murad’a ait olduğunu söylediği sahte bir fermanla ordudan ayrılmış ve Kroya’ya kaçmış, şehirdekileri katlederek Osmanlı ile olan mücadelesine başlamıştır. 1444 tarihinde İskender Bey bir kongre toplamış ve burada bütün Arnavutların lideri seçilmiştir. Yine aynı yıl Osmanlı kuvvetleriyle girdiği savaştan kısmen başarı ile ayrılması üzerine savaşın yapıldığı 29 Haziran günü Arnavutluk’un bağımsızlığının başlangıcı ilan edildi. Osmanlı hükümdarı Sultan II. Murad Arnavutluk üzerine üç sefer düzenlediyse de Macar tehdidi nedeniyle kuşatmalar uzun sürdürülememiş, bu nedenle Kroya alınamamıştı.

1465 İlkbaharında II. Mehmed sefere çıkarak Arnavutluk’a girdi. Bazı önemli yer ve geçitleri alan Osmanlı Ordusu, Kroya Kalesi’ni kuşattı. Kalenin güçlendirilmiş ve dayanıklı olduğunu gören Sultan, İşkombi suyuna yakın olan Valne bölgesine İlbasan Kalesi’ni yaptırarak içine asker yerleştirdi. İskender Bey bu olay karşısında Macar, Venedik ve Ragusa’dan yardım istedi. 1466’ta bizzat Roma’ya giderek Papa’dan yardım isteğinde bulundu. 1467’de Arnavutluk’a dönen İskender Bey kendisine yardıma gelen kuvvetlerle kuşatmayı kaldırmış ve İlbasan Kalesi’ni kuşatmıştı.

Bu haber üzerine Türk Ordusu, 1467 İlkbaharında ikinci defa Arnavutluk üzerine yürüdü.

İskender Bey’in sığındığı Çorlu Kalesi yıktırıldı ve Kroya tekrar kuşatıldı. Kuşatma bir kez daha sonuçlandırılamasa da önemli kaleler elde edildi ve İskender Bey köşeye sıkıştırıldı. 1468’de hastalanan İskender Bey, Leş kasabasında vefat etti. Öldüğünde 64 yaşında olan İskender Bey, Arnavutluk’un coğrafi konumu ve yanındaki sayılı kuvvetleriyle tam yirmi beş yıl boyunca Türk akınlarını durdurmayı başarmıştır. Arnavutluk’un birçok yeri ele geçirilmiş olsa da İskender Bey’in Kroya’sı ve Venediklilerin elinde bulunan Arnavutluk İskenderiye’si olan İşkodra alınamamıştı. Venediklilerle süren uzun savaşın barış görüşmeleri sırasında Fatih bizzat ordunun başında sefere çıkarak Arnavutluk’a yürüdü. İşkodra üzerine gidilmeden İskender Bey’in Kroya’sı kuşatıldı. Yiyecek sıkıntısı çeken ve uzun kuşatmalardan yorgun düşen kale teslim oldu. (1478)

Kroya alındıktan sonra İşkodra üzerine gidildi. Belgrad kalesini andıran bu kale sarp bir dağ üzerine inşa edilmiş, bir tarafından da nehir akmaktaydı. Öncelikle İşkodra’nın çevresinde bulunan Dergos ve Gölbaşı kaleleri alındı ve kaleye karadan gelebilecek yardımlar engellendi. Donanmayla da denizden kuşatılan kale teslim olarak 1479’da Osmanlı mülkü oldu. İşkodra’nın alınması üzerine Venedikliler uzun yıllardır devam eden savaşı bitirmek için barış imzalamaya mecbur kaldı.

Bir önceki yazımda Doğu seferlerini yazmış olduğum Büyük Türk’ün bu yazıda da Batı seferlerini yazarak kara seferlerini noktalamış bulunuyorum. Zamanının tartışmasız en büyüğü olan Fatih Sultan Mehmed hakkındaki bir sonraki yazımda da, denizde giriştiği fetih hareketlerini anlatacağım.

Yararlanılan Kaynaklar:

• Fatih Sultan Mehmet – Andre Clot
• MEB İslam Ansiklopedisi Cild 7
• Fatihin Tarihi – Tursun Bey
• Oruç Bey Tarihi – Oruç Bey
• İstanbul’un Fethi – Kritovlus
• Ana hatlarıyla Siyasi ve Kültürel Osmanlı Tarihi – Veli Şirin
• Osmanlı Tarihi Cild 2 – İsmail Hakkı Uzunçarşılı
• Osmanlı İmparatorluğunun Yükseliş ve Çöküş Tarihi 2 – Dimitri Kantemir
• Bu Mülkün Sultanları – Necdet Sakaoğlu
• Osmanlı Tarihi – J.Von Hammer
• Kitab-ı Cihannüma – M. Mehmed Neşri
• Fetih 1453 – Hüseyin Tekinoğlu
• Osmanlı İmparatorluğu Tarihi – M. Fatih Ertürk
• Türkler ve Balkanlar – Prof. Dr. Halil İnalcık

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.
BU SİTE İLE KURULMUŞTUR